Filibeli Ahmet Hilmi'nin Zamansız Eseri:
Amak-ı Hayâl'den Alıntılar
Yazar Hakkında
Ahmed Hilmi veya daha çok bilinen ismiyle Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi (1865-17 Ekim 1914) Türk mutasavvıf ve düşünürdür. Vahdet-i Vücud inancının sadık takipçilerinden olan Ahmed Hilmi, çağdaşı maddeci düşünürleri yoğun biçimde tenkit etmiş, anti-maddeci eserler kaleme almıştır.
Eser Hakkında
En bilinen eseri olan Âmâk-ı Hayâl ("Hayâlin Derinlikleri") Tasavvuf Edebiyatının önemli eserlerinden sayılmakta ve Vahdet-i Vücûd inancını güçlü bir şekilde yansıtmaktadır. Eser birçok tasavvufi öğenin yanı sıra farklı dinlerin (Budizm veya Zerdüştlük gibi) önemli unsurlarını da barındırır. Eserde, ruhunun derinliklerinde bazı sorunlarla boğuşan, bildiği her şeyden şüphe duyan ve bu şüphe nedeniyle huzursuz olan Ahmet Raci'nin Aynalı Baba ile karşılaşması ve hayal âlemindeki gezintilerle ruhunu doyurması anlatılmaktadır.
İnsanların gözü,gerçekleri görmekte arpacık soğanı değer ve hükmündedir.
Milyonlarca mesafeyi kaplamış ama avucuma sığacak kadar küçük bir evren görüyorum.
Düşünüyordum ki ben,sen, hava, taş,demir hep bir şey iken,neden demir ağlamıyor,taş çıldırmıyor,hava yalvarmıyor da insan...
Hareket,görülme ve zerre hep aynı şeydir.Eğer mutlak dinginlik,hareketsizlik olsaydı öyle bir toz ummanı olurdu ki böyle bir durumda zerrelerin bireysel varlığı yok olurdu.
Ey Zulmet ! Selâm olsun sana ki nurun değeri seninle bilindi.
İnsanın idrakinin keşfettiği geometrik şekillerle doğada yaratılmış sanatın tam bir ilişkisi vardır. İşte bu ilişkidir ki , insanın evrenin özü olduğuna ve gerçek yaratıcıyla maddi ve manevi bağlantısına en büyük kanıtı oluşturur.
Bize göre sonsuz olan bu evren,bu varlık kervanı,bu sistemler,bu güneşler,bu dünyalar,sınırsız uzay Alla'ın arşı içinde mekânsız,nişansız olan yaratılış sırrına,aşkın nuruna doğru uçup gidiyorlar.Bu yolculuk,bu dönüş,öncesiz ve sonrasızdır.
Ruh endişesi bütün evrenin,bütün varoluşun sonsuz endişesidir;bu endişeden hiçbir fert,hiçbir zerre kurtulamaz,çünkü kurtulmak için gereken özel şartı yerine getiremez.
Olgunlaşmaya muhtaç olan varlıklar,dönmeye mahkûm olan kervan;hayalin yaratılış sırrına,tanrısal güzelliğin kendine çeken nuruna doğru koşup gidiyorlar.
Demek ki bir tanık olmasa... Gözle gördüğümüzü söylediğimiz varlıklar bir hayalden,bir kuruntudan,daha doğrusu yokluktan ibaret olurdu.
Ne arıyorsun?Sonsuz hayatı mı ?Fakat ey zavallı,bu geçici hayatta neler buldun ki,onun sonsuzunu da arıyorsun?
Halkımız içinde bir zümre var ki, yalnız 'bilmediğini bilmez',bundan başka her şeyi bilmek iddiasındadır.
Her insan,akıl ve vicdan sahibi her insan,hatta en güçsüz bir hayvan bile bu ayrılış ve yaratılış dünyasında (âlem-i fark ve tekvin) ihtiyaçlarını hissettiği andan itibaren mutluluğu aramaya,araştırmaya başlar.