Yusuf Hamedani (ks)
Altın silsilenin dokuzuncu altın halkası olan bu zat on sekiz yaşındayken, Bağdat’ta Ebu İshak Fakîh’ten fıkıh öğrenip, ilm-i nazarda kemal derecesine erişti. İsfahan ve Buhara’da tahsil yaptı.
Altmış senden ziyade, irşad makamında kalmıştır. Bu müddet zarfında Irak, Maveraünnehir ve Horasan’da irşad ile meşgul olmuş, uzun zaman Buhara’da bulunmuştur. Herat’tan Merv’e giderken yolda Bamyin kasabasında irtihal etmiş ve oraya defnolunmuştur. Bir müddet sonra naşı müridlerinden İbn-ül Neccar tarafından Merv’e nakledilmiştir. Kabri el’an Merv’de ziyaretgahtır.
Yaşantısı
Yusuf Hemedanî(ks) yamalı, yün esvab giymeyi severdi. Dünya işlerine ehemmiyet vermez, zenginlere ve devlet büyüklerine sokulmazdı. Eline geçeni muhtaçlara verir, kimseden birşey almazdı. Türkçe bilmezdi. Güleryüzlü, mültefit, hâlim ve rahim idi.
Oturur ve yürüken Kuran okurdu. Arada yüzünü Hemedan tarafına döndürüp çok ağlardı. Habs-ı nefes usulüyle zikir yapardı. Bunu o derece ileri vardırırdı ki, imtidadından (uzun sürmesinden) dolayı, vücud-u şerifinden ter boşanırdı.
Selman-ı Farisi Hz.nin(ra) asası ve sarığı kendisindeydi. Mecusî ve sair din mensuplarının evlerine gider, islamın hakikat ve ululuklarını anlatırdı. Fakirleri zenginlerden fazla sayardı.
Bir gün Yusul ül Hemedani’ye Hemedan’dan bir kadın geldi.Gözleri yaşlı idi. Ağlayarak: “-Frenkler oğlumu esir ettiler.” diyerek himmetini istedi. Hazret kadına sabır tavsiye etti. Ama kadın sabredecek gibi değildi. Bunun üzerine elini açtı ve şu duayı yaptı: “Allah’ım onun esir bağlarını çöz ve feraha kavuştur.” Sonra kadına döndü ve şöyle dedi:
“-Evine git! Oğlunu orada bulacaksın.”
Kadın evine gitti, oğlu orada idi. Hayret etti ve nasıl gelebildiğini sordu. Oğlu anlattı:
-Ben Kostantiniyye-i uzma’da idim. Ayaklarımda zincir, başımda muhafız vardı. O anda biri geldi, beni sırtladı ve buraya getirdi. Bunların hepsi, bir göz açıp kapayacak kadar az zaman içinde oldu.” dedi.
Zikir ve Tefekkür Arasındaki Bağ
Yusuf Hemedani (KS), kalbin zikir vasıtasıyla tefekkür ve murakabeye alıştırılmasını güzel bir misalle şöyle anlatır: “Kalb ile zikir ağaç ile su gibidir. Kalb ile tefekkür ise ağaç ile meyve gibidir. Ağaca su vermeden yeşermesini beklemek; yaprak ve çiçek açmasını beklemeden de ondan meyve istemek hata olur. İstense bile asla meyve vermez. Çünkü o vakit meyve zamanı değil, ağacı besleme ve imar etme zamanıdır. Ona su vermek, sarmaşık otundan ve yabancı şeylerden arındırmak, sonra da güneşin ısısını beklemek gerekir. Bunlar gerçekleşince ağaç taze ve neşeli olur, yeşil yapraklarla süslenir. Ağaç bu özelliğe büründükten sonra, onun dalından meyve istemek olur. Artık bu vakit meyve zamanıdır.”
Vefatlarına yakın Hace Ahmet Yesevi’ ye Yasin ve Vennaziat surelerini okutmuş ve son ayet-i celileler okunurken ruhunu teslim etmiştir.
Rahmetullahi aleyh rahmeten vasiâ.