Mübarek Ramazan-ı Şerif
Mübarek Ramazan-ı Şerif ayı, kameri aylardan muayyen bir ayın adıdır. Arapça bir kelime olan Ramazan; güneş sıcağında yalınayak yürüyerek yanmaya denir. Bu manaya göreRamazan adının bu aya verilmesinin sebebi bu ayda oruç tutan mü ‘minin açlık ve susuzluktan içinin yanması ve bu ızdıraplı ibadetin kendi benzeriyle mükâfatlandırılarak o kimsenin günahlarının yanarak ve gönlünün beşeri ihtiraslardan temizlenmesi manasını tazammun etmesidir. Cenab-ı Hakk’ın(CC) bütün kâinatta rızık ve bereketini artırıp bu günlerde kulları incinmesin diye felaketlerini kestiği mübarek Ramazan-ı Şerif ayı, ayların sultanıdır. Zira mekanlar içinde mübarek mekanları, kişiler içinde mübarek kişileri ve zamanlar içinde de mübarek zamanları yaratan Cenab-ı Halık-ı Zülcelal; bu günleri kullarına rahmet, mağfiyet ve bereketinden hisseyab olsunlar diye nasib kıldı. Şüphesiz mübarek kişiler içinde en mübareği Peygamber (SAV) Efendimiz, O’nun yüce ashabı, ehl-i beyti ve ümmeti olarak bizleriz inşaallahu Teala. Mübarek mekanların en büyüğü, Kabe-i Muazzama, Ravza-i Mutahhara, Mescid-i Aksa, Cami-i Emeviyye ve Cami-i Kebir gibi; Allah(CC) için yapılmış ve içinde Allah-u Zülcelal’in yüce isimleri anılan ufak, büyük camii şeriflerdir. Zamanlar içinde de en kıymetlisi… İçinde bin aydan hayırlı gecesi bulunan Ramazan-ı Şerif ayıdır.
Ramazan ayı, güneş battıktan sonra Ramazan hilalinin görünmesiyle sübut bulmuş, sabit olmuş olur. Hilal, hava muhalefeti ve toz gibi sebeplerle görünmüyor ise Şaban ayı otuz gün sayılır ve ondan sonra Ramazan tahakkuk etmiş bulunur. Şaban’ın 29. gününü takip eden güne “yevmi şek-şüpheli gün” denir. Hava kapalı olduğu zaman bu günün Ramazan ayından olup olmadığı kat’i olarak bilinmediği cihetle bu ismi almıştır. Bu gün nafile niyetiyle tereddüt göstermeksizin oruç tutmakta kerahat yoktur. Şayet o günün Ramazan ayından olduğu meydana çıkarsa nafile olarak tutulan oruç farz yerine kaim olur.
Ramazan ayının sonunda Şevval hilalini yalnız başına; münferiden görenler iftar edemezler yani oruç açamazlar.
Ancak iftar ederlerse kendilerine yalnız kaza lazım gelir, kefaret icab etmez. Yani Rmazan’ın sübutu, bayramın ilanının resmen yapılması gerekmektedir.
Ya Rab! Şu muazzam Ramazan hürmetine,
Kaldır aradan vahdete hail ne ise.
Ya Rab! Şu asırlarca süren tefrikadan,
Artık ezilip düşmesin ümmet ye’se.
Ramazan denilince bedeni ve mali şu üç ibadetimiz birlikte hatırlanır. Gündüzleri oruç, geceler, teravih namazı ve üçüncüsü en büyük içtimai yardım olarak zekatla fitredir. Ramazan-ı Şerif’ten maada hiçbir ay, kendi adıyla sarih olarak Kur’an-ı Kerim’de anılmamıştır. Bu şeref sadece Ramazan’ı Şerif ayına verilmiştir. Hem de insanlar için ayetleri birer hidayet nuru olan, hakla batılı ayırt eden Kur’an-ı Mübin’in bu ayda indirildiği bildirilmek suretiyle methedilmiştir. Cenab-ı Halık-ı Zülcelal, Bakara Suresi’nin 185. ayet-i celilesinde bu hakikati bize şöyle duyurmaktadır: “Ramazan ayı, öyle bir aydır ki insanlar için hidayet kaynağı olan, insanları doğru yola yönelten, hak ile batıl arasını ayıran Kur’an bu ayda indirildi. Binaenaleyh sizden her kim, Ramazan ayına erişirse onu oruçla geçirsin. Her kim keyifsiz ve yolcu ise tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar. Allah (CC) sizin için kolaylık istiyor, yoksa güçlük istemiyor.”
Ya Mübarek Ramazan! Sensin aylara sultan
Ramazan’la sevinir, gerçek imanı olan.
Sözü hem Ramazan’ı Şerif’i hem de ona bihakkın değer verenin kıymetini ne güzel belirtmiş oluyor. Zira insan ruhu ve cismi ile insandır; kalbi ve kalıbıyla insandır; madde ve manasıyla insandır. Yani insanın bir iç ve bir de dış yüzü vardır. Bu vasıflar insana bir kanattır. Birini yitiren kimse Allah-u Teala’nın(CC) “Ey insan!” hitabı ile şerefyab olamaz ve kanadının biri kırık olur, ötelere uçamaz. Cenab-ı Hakk’ın(CC) “Dünyadan nasibini unutma.” mealini taşıyan emrini yerine getirebilmek için kalp kadar kalıba da önem vermek gerekir. Çünkü bir ampul ne kadar temiz olursa vereceği aydınlık da o kadar artar. Kamil insan, her iki tarafın da hakkını verebilendir. Zira madde manaya galip gelirse behimi hisler kendini gösterir, benlik başkaldırır. Mana yani ruh maddeye galip geldiği takdirde beşeriyet vasfı ortadan kalkar. Yerini melekütiyet vasfı alır. İçini, dışını iyi terbiye eden kimsede, “Tahalluku bi ahlakillah.” hadis-i kudsisi zuhur edip güzel huylar belirir. Af, müsamaha, kendini düşündüğü kadar başkalarını da düşünmek gibi vasıfları alır. Böyle bir mücadeleyi göze almayan toplumda, dünyayı kin ve ihtiras bulutları sarar. Karşılıklı sevgi, saygı olmadan yani ezeli kardeşlik duyguları gönüllerde yerleşmeden ve karın kardeşliğinden yetmiş derece üstün olan ruh kardeşliğini ruhlarımız tatmadan, cemiyet içinde nazari ve ameli bu hali yaşamadıktan sonra topluluk hayatı nasıl idame edebilir?
Mev'iza-i Hasene 1.cilt
(Yazının tamamı için bakınız: Sayfa164-167)